Metin Güngör’ün “RENKLERDE KAYBOLAN HAYAT” filminin sinopsisi
Gökte uçan bir Kartal’ın gözüyle İstanbul’u görürürüz. Gayrettepe’de bir adam, yazar Hıfzı Topuz’un evini ziyaret eder. Ona Fikret Mualla’nın hayatını anlatan bir film yapmak istediğini söyler. Hıfzı bey daha önce tanışmış mıydık, diye sorar. Adam “hayır” cevabını verir. Hıfzı bey hemen konuya girer; “Anlatın bakalım neden Fikret Mualla’nın filmini yapmak istiyorsunuz”? Adam; “Çünkü Ben de bir Ressamım ve yurt dışında yaşıyorum. Fikret Mualla’nın yaşadıkları zorlukları ben de yaşadım. Bu cevap Hıfzı Bey’i duygulandırır. Onu çok iyi anladığını ve bu filmi yapabilmesı için bildiği herşeyi anlatacağını ve kendisine elinden geldiğince yardımcı olacağını söyler. Hıfzı bey anlatmaya başlar;
“Fikret Mualla ile ilk defa 1952 yılının Kasım ayında kendisiyle röpörtaj yapmak için gittiğim Paris’teki evinde tanıştım. Beni içeri davet etti. İsmim çok sevdiği dayısı Hikmet Topuz’u andırdığı icin beni çok sevdi. Birden gözüm duvarda asılı duran bir kız çocuğu ile iyi giyinmiş bir adamın fotoğrafına takıldı. Sordum, babası Ekrem bey ile kendi resmi olduğunu söyledi. Kız çocuğu gibi saçlarının uzatılmasının nedeni de; Annesi Nevber hanım kız çocuğu olmasını istemiş, ama erkek doğmuş. Adını da bu yüzden Mualla takmışlar. Saçları yıllarca uzun kalmış. Aynı şey kardeşi Melih'e de uygulandı.
9 Nisan 1903’te dünyaya gelen Fikret Mualla futbola olan tutkusu yüzünden derslerine çalışmaması sebebiyle babasi onu 1910’da Galatasaray Lisesi'ne yatılı verir. 1917 yılında yine futbol sevdası yüzünden 12 yaşlarında kötü bir tekme yemesi onun hayatı boyunca topal kalmasına sebep olur. Ardından hemen bir yıl sonra 1918’de kendisinin sebep olduğu İspanyol nezlesi dedikleri bir hastalık yüzünden Annesini talihsiz bir şekilde kaybetmesi, onun üzerinde çok derin izler bırakır. Hemen Annesinin ölümünün 40. günü dolmadan evlenen Babası’nın evliliği onu iyice sarsar ve 17 yaşında akıl hastanesine yatırılır. Sonra da babası onu 1919’ta İsviçre’ye mühendislik okuması için gönderir. Fakat kalbi resim yapmaktan yana olan Fikret Mualla resim eğitimi almak için önce Münih’e ondan sonra da Berlin’e gider. Güzel Sanatlar‘da Resim dalında egitim görür. Ve orada 2 yıl hocalık yapar. Bu arada Marlene Dietrich ve Hale Asaf’la ayrı zamanlarda tanışır ve karşılıksız aşklar yaşar. Sonra da bir Alman resim öğrencisi olan Cecile ile tanışır ama babası bu ilişkiyi benimsemez ve ilk defa onu olduğu gibi seven birini kaybeder. Uzun yıllar sonra 1927'de Avrupa'dan Türkiye'ye geri döner. Burda mezun olduğu 1928’de Galatasaray Lisesi'nde kısa bir süre öğretmenlik yapar sonra da 1929’da Ayvalık Ortaokulu'nda bir dönem resim dersleri verir. 1932’de Semiha Berksoy ve Nazım Hikmet’le sehir tiyatrolarında desenler çizer. Dekarotörlük ve 3 gun aktörlük yapar. 1934’te Beyoğlunda bir kitaplıkta ilk sergisini açar. Kimse ilgilenmez 1935’te İzmir fuarına bir pano yapar. 1937’de Bakırkoy akıl hastanesinde yatar ve orda Neyzen Tevfik’le tanışır. 1938’de Ses dergisine desenler çizer. Bir süre Istanbul'da sanat çevresinin içine girmeye, kendisini Ressam olarak kabul ettirtmeye çalışır ama hayal kırıklığına uğrar. Turkiye'de anlaşılmamaktan şikayet edip Paris'e gitmeye karar verir. Bu arada babasını kaybeder. Eline geçen miras ve Abidin Dino'nun 1939’da organize ettiği, Uluslararası New York Fuarı, Türk Pavyonu için 30 adet "Istanbul" konulu resimler’den elde ettiği parayla Paris’in yolunu tutar.
Bu sıralarda Fransa II. Dunya savaşı’nın içindedir. Paris’in Almanlar tarafından işgal edilmesi nedeniyle Fikret Mualla'da herkes gibi zor anlar geçirir. Tablolarını çok düşük fiyatlarla satarak ayakta kalabilmeyi ve karnını doyurmasını böyle resim yaparak başarmıştır. Aksamları gizlice duvardaki posterleri sokup arkalarına resim yaparak geçinir.
O sıralarda hemen hemen bütün Türkler de savaş yüzünden yurda geri dönmektedir. O da herkes gibi gitmek için Konsolosluktan para alır. Birkaç arkadaşı da kaçmayı planlar. Ona gelmesini önerirler. O da onlarla gitmeyi kabul eder. Bir akşam onu Turkiye’ye götürmek için buluşurlar. Nedense sonra Fikret gitmekten vazgeçer. Arkadaşları ısrar ederler ama faydasız olduğunu görünce vedalaşıp oradan bisikletle uzaklaşırlar. Fikret Paris’te kalıp şansını denemek ister. Sonra da Paristeki evinin yolunu tutar.
-SON-
" />
Gökte uçan bir Kartal’ın gözüyle İstanbul’u görürürüz. Gayrettepe’de bir adam, yazar Hıfzı Topuz’un evini ziyaret eder. Ona Fikret Mualla’nın hayatını anlatan bir film yapmak istediğini söyler. Hıfzı bey daha önce tanışmış mıydık, diye sorar. Adam “hayır” cevabını verir. Hıfzı bey hemen konuya girer; “Anlatın bakalım neden Fikret Mualla’nın filmini yapmak istiyorsunuz”? Adam; “Çünkü Ben de bir Ressamım ve yurt dışında yaşıyorum. Fikret Mualla’nın yaşadıkları zorlukları ben de yaşadım. Bu cevap Hıfzı Bey’i duygulandırır. Onu çok iyi anladığını ve bu filmi yapabilmesı için bildiği herşeyi anlatacağını ve kendisine elinden geldiğince yardımcı olacağını söyler. Hıfzı bey anlatmaya başlar;
“Fikret Mualla ile ilk defa 1952 yılının Kasım ayında kendisiyle röpörtaj yapmak için gittiğim Paris’teki evinde tanıştım. Beni içeri davet etti. İsmim çok sevdiği dayısı Hikmet Topuz’u andırdığı icin beni çok sevdi. Birden gözüm duvarda asılı duran bir kız çocuğu ile iyi giyinmiş bir adamın fotoğrafına takıldı. Sordum, babası Ekrem bey ile kendi resmi olduğunu söyledi. Kız çocuğu gibi saçlarının uzatılmasının nedeni de; Annesi Nevber hanım kız çocuğu olmasını istemiş, ama erkek doğmuş. Adını da bu yüzden Mualla takmışlar. Saçları yıllarca uzun kalmış. Aynı şey kardeşi Melih'e de uygulandı.
9 Nisan 1903’te dünyaya gelen Fikret Mualla futbola olan tutkusu yüzünden derslerine çalışmaması sebebiyle babasi onu 1910’da Galatasaray Lisesi'ne yatılı verir. 1917 yılında yine futbol sevdası yüzünden 12 yaşlarında kötü bir tekme yemesi onun hayatı boyunca topal kalmasına sebep olur. Ardından hemen bir yıl sonra 1918’de kendisinin sebep olduğu İspanyol nezlesi dedikleri bir hastalık yüzünden Annesini talihsiz bir şekilde kaybetmesi, onun üzerinde çok derin izler bırakır. Hemen Annesinin ölümünün 40. günü dolmadan evlenen Babası’nın evliliği onu iyice sarsar ve 17 yaşında akıl hastanesine yatırılır. Sonra da babası onu 1919’ta İsviçre’ye mühendislik okuması için gönderir. Fakat kalbi resim yapmaktan yana olan Fikret Mualla resim eğitimi almak için önce Münih’e ondan sonra da Berlin’e gider. Güzel Sanatlar‘da Resim dalında egitim görür. Ve orada 2 yıl hocalık yapar. Bu arada Marlene Dietrich ve Hale Asaf’la ayrı zamanlarda tanışır ve karşılıksız aşklar yaşar. Sonra da bir Alman resim öğrencisi olan Cecile ile tanışır ama babası bu ilişkiyi benimsemez ve ilk defa onu olduğu gibi seven birini kaybeder. Uzun yıllar sonra 1927'de Avrupa'dan Türkiye'ye geri döner. Burda mezun olduğu 1928’de Galatasaray Lisesi'nde kısa bir süre öğretmenlik yapar sonra da 1929’da Ayvalık Ortaokulu'nda bir dönem resim dersleri verir. 1932’de Semiha Berksoy ve Nazım Hikmet’le sehir tiyatrolarında desenler çizer. Dekarotörlük ve 3 gun aktörlük yapar. 1934’te Beyoğlunda bir kitaplıkta ilk sergisini açar. Kimse ilgilenmez 1935’te İzmir fuarına bir pano yapar. 1937’de Bakırkoy akıl hastanesinde yatar ve orda Neyzen Tevfik’le tanışır. 1938’de Ses dergisine desenler çizer. Bir süre Istanbul'da sanat çevresinin içine girmeye, kendisini Ressam olarak kabul ettirtmeye çalışır ama hayal kırıklığına uğrar. Turkiye'de anlaşılmamaktan şikayet edip Paris'e gitmeye karar verir. Bu arada babasını kaybeder. Eline geçen miras ve Abidin Dino'nun 1939’da organize ettiği, Uluslararası New York Fuarı, Türk Pavyonu için 30 adet "Istanbul" konulu resimler’den elde ettiği parayla Paris’in yolunu tutar.
Bu sıralarda Fransa II. Dunya savaşı’nın içindedir. Paris’in Almanlar tarafından işgal edilmesi nedeniyle Fikret Mualla'da herkes gibi zor anlar geçirir. Tablolarını çok düşük fiyatlarla satarak ayakta kalabilmeyi ve karnını doyurmasını böyle resim yaparak başarmıştır. Aksamları gizlice duvardaki posterleri sokup arkalarına resim yaparak geçinir.
O sıralarda hemen hemen bütün Türkler de savaş yüzünden yurda geri dönmektedir. O da herkes gibi gitmek için Konsolosluktan para alır. Birkaç arkadaşı da kaçmayı planlar. Ona gelmesini önerirler. O da onlarla gitmeyi kabul eder. Bir akşam onu Turkiye’ye götürmek için buluşurlar. Nedense sonra Fikret gitmekten vazgeçer. Arkadaşları ısrar ederler ama faydasız olduğunu görünce vedalaşıp oradan bisikletle uzaklaşırlar. Fikret Paris’te kalıp şansını denemek ister. Sonra da Paristeki evinin yolunu tutar.
-SON-
"> Metin Güngör’ün “RENKLERDE KAYBOLAN HAYAT” filminin sinopsisi
Gökte uçan bir Kartal’ın gözüyle İstanbul’u görürürüz. Gayrettepe’de bir adam, yazar Hıfzı Topuz’un evini ziyaret eder. Ona Fikret Mualla’nın hayatını anlatan bir film yapmak istediğini söyler. Hıfzı bey daha önce tanışmış mıydık, diye sorar. Adam “hayır” cevabını verir. Hıfzı bey hemen konuya girer; “Anlatın bakalım neden Fikret Mualla’nın filmini yapmak istiyorsunuz”? Adam; “Çünkü Ben de bir Ressamım ve yurt dışında yaşıyorum. Fikret Mualla’nın yaşadıkları zorlukları ben de yaşadım. Bu cevap Hıfzı Bey’i duygulandırır. Onu çok iyi anladığını ve bu filmi yapabilmesı için bildiği herşeyi anlatacağını ve kendisine elinden geldiğince yardımcı olacağını söyler. Hıfzı bey anlatmaya başlar;
“Fikret Mualla ile ilk defa 1952 yılının Kasım ayında kendisiyle röpörtaj yapmak için gittiğim Paris’teki evinde tanıştım. Beni içeri davet etti. İsmim çok sevdiği dayısı Hikmet Topuz’u andırdığı icin beni çok sevdi. Birden gözüm duvarda asılı duran bir kız çocuğu ile iyi giyinmiş bir adamın fotoğrafına takıldı. Sordum, babası Ekrem bey ile kendi resmi olduğunu söyledi. Kız çocuğu gibi saçlarının uzatılmasının nedeni de; Annesi Nevber hanım kız çocuğu olmasını istemiş, ama erkek doğmuş. Adını da bu yüzden Mualla takmışlar. Saçları yıllarca uzun kalmış. Aynı şey kardeşi Melih'e de uygulandı.
9 Nisan 1903’te dünyaya gelen Fikret Mualla futbola olan tutkusu yüzünden derslerine çalışmaması sebebiyle babasi onu 1910’da Galatasaray Lisesi'ne yatılı verir. 1917 yılında yine futbol sevdası yüzünden 12 yaşlarında kötü bir tekme yemesi onun hayatı boyunca topal kalmasına sebep olur. Ardından hemen bir yıl sonra 1918’de kendisinin sebep olduğu İspanyol nezlesi dedikleri bir hastalık yüzünden Annesini talihsiz bir şekilde kaybetmesi, onun üzerinde çok derin izler bırakır. Hemen Annesinin ölümünün 40. günü dolmadan evlenen Babası’nın evliliği onu iyice sarsar ve 17 yaşında akıl hastanesine yatırılır. Sonra da babası onu 1919’ta İsviçre’ye mühendislik okuması için gönderir. Fakat kalbi resim yapmaktan yana olan Fikret Mualla resim eğitimi almak için önce Münih’e ondan sonra da Berlin’e gider. Güzel Sanatlar‘da Resim dalında egitim görür. Ve orada 2 yıl hocalık yapar. Bu arada Marlene Dietrich ve Hale Asaf’la ayrı zamanlarda tanışır ve karşılıksız aşklar yaşar. Sonra da bir Alman resim öğrencisi olan Cecile ile tanışır ama babası bu ilişkiyi benimsemez ve ilk defa onu olduğu gibi seven birini kaybeder. Uzun yıllar sonra 1927'de Avrupa'dan Türkiye'ye geri döner. Burda mezun olduğu 1928’de Galatasaray Lisesi'nde kısa bir süre öğretmenlik yapar sonra da 1929’da Ayvalık Ortaokulu'nda bir dönem resim dersleri verir. 1932’de Semiha Berksoy ve Nazım Hikmet’le sehir tiyatrolarında desenler çizer. Dekarotörlük ve 3 gun aktörlük yapar. 1934’te Beyoğlunda bir kitaplıkta ilk sergisini açar. Kimse ilgilenmez 1935’te İzmir fuarına bir pano yapar. 1937’de Bakırkoy akıl hastanesinde yatar ve orda Neyzen Tevfik’le tanışır. 1938’de Ses dergisine desenler çizer. Bir süre Istanbul'da sanat çevresinin içine girmeye, kendisini Ressam olarak kabul ettirtmeye çalışır ama hayal kırıklığına uğrar. Turkiye'de anlaşılmamaktan şikayet edip Paris'e gitmeye karar verir. Bu arada babasını kaybeder. Eline geçen miras ve Abidin Dino'nun 1939’da organize ettiği, Uluslararası New York Fuarı, Türk Pavyonu için 30 adet "Istanbul" konulu resimler’den elde ettiği parayla Paris’in yolunu tutar.
Bu sıralarda Fransa II. Dunya savaşı’nın içindedir. Paris’in Almanlar tarafından işgal edilmesi nedeniyle Fikret Mualla'da herkes gibi zor anlar geçirir. Tablolarını çok düşük fiyatlarla satarak ayakta kalabilmeyi ve karnını doyurmasını böyle resim yaparak başarmıştır. Aksamları gizlice duvardaki posterleri sokup arkalarına resim yaparak geçinir.
O sıralarda hemen hemen bütün Türkler de savaş yüzünden yurda geri dönmektedir. O da herkes gibi gitmek için Konsolosluktan para alır. Birkaç arkadaşı da kaçmayı planlar. Ona gelmesini önerirler. O da onlarla gitmeyi kabul eder. Bir akşam onu Turkiye’ye götürmek için buluşurlar. Nedense sonra Fikret gitmekten vazgeçer. Arkadaşları ısrar ederler ama faydasız olduğunu görünce vedalaşıp oradan bisikletle uzaklaşırlar. Fikret Paris’te kalıp şansını denemek ister. Sonra da Paristeki evinin yolunu tutar.
-SON-
">
Vizyon Tarihi : 28.08.2020
Filmin Konusu
Metin Güngör’ün “RENKLERDE KAYBOLAN HAYAT” filminin sinopsisi
Gökte uçan bir Kartal’ın gözüyle İstanbul’u görürürüz. Gayrettepe’de bir adam, yazar Hıfzı Topuz’un evini ziyaret eder. Ona Fikret Mualla’nın hayatını anlatan bir film yapmak istediğini söyler. Hıfzı bey daha önce tanışmış mıydık, diye sorar. Adam “hayır” cevabını verir. Hıfzı bey hemen konuya girer; “Anlatın bakalım neden Fikret Mualla’nın filmini yapmak istiyorsunuz”? Adam; “Çünkü Ben de bir Ressamım ve yurt dışında yaşıyorum. Fikret Mualla’nın yaşadıkları zorlukları ben de yaşadım. Bu cevap Hıfzı Bey’i duygulandırır. Onu çok iyi anladığını ve bu filmi yapabilmesı için bildiği herşeyi anlatacağını ve kendisine elinden geldiğince yardımcı olacağını söyler. Hıfzı bey anlatmaya başlar;
“Fikret Mualla ile ilk defa 1952 yılının Kasım ayında kendisiyle röpörtaj yapmak için gittiğim Paris’teki evinde tanıştım. Beni içeri davet etti. İsmim çok sevdiği dayısı Hikmet Topuz’u andırdığı icin beni çok sevdi. Birden gözüm duvarda asılı duran bir kız çocuğu ile iyi giyinmiş bir adamın fotoğrafına takıldı. Sordum, babası Ekrem bey ile kendi resmi olduğunu söyledi. Kız çocuğu gibi saçlarının uzatılmasının nedeni de; Annesi Nevber hanım kız çocuğu olmasını istemiş, ama erkek doğmuş. Adını da bu yüzden Mualla takmışlar. Saçları yıllarca uzun kalmış. Aynı şey kardeşi Melih'e de uygulandı.
9 Nisan 1903’te dünyaya gelen Fikret Mualla futbola olan tutkusu yüzünden derslerine çalışmaması sebebiyle babasi onu 1910’da Galatasaray Lisesi'ne yatılı verir. 1917 yılında yine futbol sevdası yüzünden 12 yaşlarında kötü bir tekme yemesi onun hayatı boyunca topal kalmasına sebep olur. Ardından hemen bir yıl sonra 1918’de kendisinin sebep olduğu İspanyol nezlesi dedikleri bir hastalık yüzünden Annesini talihsiz bir şekilde kaybetmesi, onun üzerinde çok derin izler bırakır. Hemen Annesinin ölümünün 40. günü dolmadan evlenen Babası’nın evliliği onu iyice sarsar ve 17 yaşında akıl hastanesine yatırılır. Sonra da babası onu 1919’ta İsviçre’ye mühendislik okuması için gönderir. Fakat kalbi resim yapmaktan yana olan Fikret Mualla resim eğitimi almak için önce Münih’e ondan sonra da Berlin’e gider. Güzel Sanatlar‘da Resim dalında egitim görür. Ve orada 2 yıl hocalık yapar. Bu arada Marlene Dietrich ve Hale Asaf’la ayrı zamanlarda tanışır ve karşılıksız aşklar yaşar. Sonra da bir Alman resim öğrencisi olan Cecile ile tanışır ama babası bu ilişkiyi benimsemez ve ilk defa onu olduğu gibi seven birini kaybeder. Uzun yıllar sonra 1927'de Avrupa'dan Türkiye'ye geri döner. Burda mezun olduğu 1928’de Galatasaray Lisesi'nde kısa bir süre öğretmenlik yapar sonra da 1929’da Ayvalık Ortaokulu'nda bir dönem resim dersleri verir. 1932’de Semiha Berksoy ve Nazım Hikmet’le sehir tiyatrolarında desenler çizer. Dekarotörlük ve 3 gun aktörlük yapar. 1934’te Beyoğlunda bir kitaplıkta ilk sergisini açar. Kimse ilgilenmez 1935’te İzmir fuarına bir pano yapar. 1937’de Bakırkoy akıl hastanesinde yatar ve orda Neyzen Tevfik’le tanışır. 1938’de Ses dergisine desenler çizer. Bir süre Istanbul'da sanat çevresinin içine girmeye, kendisini Ressam olarak kabul ettirtmeye çalışır ama hayal kırıklığına uğrar. Turkiye'de anlaşılmamaktan şikayet edip Paris'e gitmeye karar verir. Bu arada babasını kaybeder. Eline geçen miras ve Abidin Dino'nun 1939’da organize ettiği, Uluslararası New York Fuarı, Türk Pavyonu için 30 adet "Istanbul" konulu resimler’den elde ettiği parayla Paris’in yolunu tutar.
Bu sıralarda Fransa II. Dunya savaşı’nın içindedir. Paris’in Almanlar tarafından işgal edilmesi nedeniyle Fikret Mualla'da herkes gibi zor anlar geçirir. Tablolarını çok düşük fiyatlarla satarak ayakta kalabilmeyi ve karnını doyurmasını böyle resim yaparak başarmıştır. Aksamları gizlice duvardaki posterleri sokup arkalarına resim yaparak geçinir.
O sıralarda hemen hemen bütün Türkler de savaş yüzünden yurda geri dönmektedir. O da herkes gibi gitmek için Konsolosluktan para alır. Birkaç arkadaşı da kaçmayı planlar. Ona gelmesini önerirler. O da onlarla gitmeyi kabul eder. Bir akşam onu Turkiye’ye götürmek için buluşurlar. Nedense sonra Fikret gitmekten vazgeçer. Arkadaşları ısrar ederler ama faydasız olduğunu görünce vedalaşıp oradan bisikletle uzaklaşırlar. Fikret Paris’te kalıp şansını denemek ister. Sonra da Paristeki evinin yolunu tutar.
-SON-